Profesör Tekno
11 Temmuz 2017 Salı
6 Kasım 2016 Pazar
Kimdir bu Ayyıldız Tim ?
Son zamanlarda adını sıkça duyduğumuz Ayyıldız Tim kimdir?
Ayyıldız Tim, 2002 yılında Yeni Zelanda'da kurulan ve Türkiye'de faaliyette olan, kendisini vatansever, milliyetçi ve Atatürkçü olarak tanımlayan Türk hacker grubudur. Bünyesinde birçok muhtelif grubu barındırır ve askerî rütbe sistemi vardır. Grup, ismini Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı'nın internet sitesini hackleyerek duyurmuştur.
Ayyıldız Tim, 2002 yılında Yeni Zelanda'da kurulan ve Türkiye'de faaliyette olan, kendisini vatansever, milliyetçi ve Atatürkçü olarak tanımlayan Türk hacker grubudur. Bünyesinde birçok muhtelif grubu barındırır ve askerî rütbe sistemi vardır. Grup, ismini Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı'nın internet sitesini hackleyerek duyurmuştur.
Kendilerini Türkiye'yi gelecek sanal tehditlerden korumak ve cevap vermek için toplanmış sanal dünyanın askerleri diye tanıtmaktadırlar. Grup bu ifadelerini milliyetçilik fikri ile birleştirerek ve Soğuk Savaş'ın antikomünist psikolojik savaştekniklerini kullanarak hack eylemlerini gerçekleştirmektedirler. Özellikle hack grupları olan RedHack ve Anonymous'e karşı verdikleri savaş ile bilinirler.
Grubun sloganı, aynı zamanda Mustafa Kemal Atatürk'ün de söylediği bir söz olan "Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır." sözüdür. Grup hakkında yazılmış "Kim bu Ayyıldız Tim?" isminde bir adet kitap mevcuttur.
26 Ağustos 2016 Cuma
İMAX:Dünya'nın en iyi sinema sistemi
Birçoğumuz, sinemalardaki koltukların rahatlığı ve önümüzde oturanların perdeyi görüşümüzü ne kadar engellediği dışında fazla bir şeyle ilgilenmiyor herhalde. Tabii ki bunun nedeni çok yakın zamanlara kadar bize sunulan sinema hizmetlerinin alternatifsiz oluşu idi. Yani sinema solunu az ve bunlar da film dağıtım şirketleri arsında paylaşılmıştı. Dolayısı ile istediğimiz filmi en fazla 2-3 salonda izleme zorunluluğumuz vardı. Bu sinemaların teknik kalitesi çok düşük dahi olsa elimiz mahkumdu. Büyüklerimiz anlatırlar; eskiden Anadolu'yu dolaşan gezici sinemalar varmış. Portatif bir projeksiyon cihazı ile kasabaları hatta köyleri dolaşan bu insanlar örneğin bir düğün salonu yada kahvehanede cüzi bir ücretle filmler gösterirlermiş. Benim böyle bir tecrübem olmadı ama sanırım biraz önce bahsettiğim sinemalardan farklı olmadıklarına eminim. Bu tür sinema salonlarının sayısı rekabetten dolayı iyice azalıyor. Çünkü artık sıradan bir izleyici bile yeni açılan yada yeniden düzenlenen salonların teknik kalitesini fark etmeye başladı. Bu arada bir çok insanın büyük salonların mitoz bölünme ile bir çok küçük salona dönüştürülmesini eleştirdiğini biliyorum ama tüm dünyada böyle. Sinema severler, yeni açılan salonların resim ve ses kalitesini gördükce, geçmişte çoğu filmi o ilkel şartlarda izledikleri ve çok şeyler kaçırdıkları için ahhhh ediyorlardır.
Sizlere Imax'den söz etmek istiyorum. Imax hiç kuşkusuz en gelişmiş sinema sistemi olarak kabul ediliyor. Imax bir Kanada firması, kurucuları sinema severlere daha iyi bir seyir kalitesi sağlamak amacı ile sinemada kullanılan teknik cihazları daha da geliştirmişler. Öyle ki firmanın ismi neredeyse teknik kaliteyi simgeleyen bir referans terimi olarak yerleşmiş.
Imax 'in kullandığı sistemler sadece kendileri tarafından üretilip sadece, kendi sinema salonlarında gösterilebiliyor.
İlk olarak Imax filminden başlayalım. Sinema endüstrisinde kullanılan 35mm yerine 70mm kullanılıyor. Bu bizim bildiğimiz pahalı prodüksiyonlarda kullanılan standart 70mm filmlerden değil ki bunlar karede 5 perforelidir. Imax filmi ise 15 perforeli , bu yüzden 15/70 diye ifade ediliyor ve normalinden yaklaşık 3 misli büyük. Ayrıca kullanılan filmlerin gren yoğunluğunun standartların çok üzerinde olduğunu belirtelim.
Kullanılan kameralarda Imax 15/70 filme uygun olarak tasarlanmış. Imax kameraları kullanılan filmin hacmi ve ağırlığından dolayı normalden çok büyük ve ağır oluyor,vah kameraman ve asistanların haline!.. Bir fikir olsun diye ağırlıkları verelim, gözünüzü korkutmak gibi olmasın ama normal Imax kamerası 19 ile 45 kg arası 3D kameralar ise 109 kg. Tabii ki son yıllarda ilk zamanlarda kullanılanlara göre daha sağlam ve hafif malzemelerden yapılmaya başlandı. Dolayısı ile kameralar hafifleşti ve küçüldü. Öyle ki steadicam çalışmaları için bile Imax kamerası yapıldı. Ama yinede Imax filmlerini izleyenler çok kıvrak, hızlı kamera hareketleri olmadığını hemen fark edecekler.
Kameraların en önemli özelliklerinden biride diğer kameralar gibi filmi düşey değil de yatay olarak pozlaması.
3 Boyutlu (3 D) çekimler için ise aynı gövde içinde insanın iki gözünün açısına uygun biçimde yerleştirilmiş iki ayrı objektif ve iki ayrı film mekanizması tasarlanmış. Her objektif kendine ait filmi pozluyor. Her 3D filmde aslında aynı resim yatay açı farklı iki ayrı film olarak stereoskopik çekiliyor.

Projeksiyon makineleri de alıştığımız türden değil. Film makaraları ki aslında onlara kamyon tekeri demek daha doğru olur,cihazın üzerinde değil cihazdan 2-3 metre mesafede ,filmi salan ve toplayan ,yuvarlak yemek masası büyüklüğünde iki ayrı tablada yerleşmiş. Filmler bu mekanizmadan yatay olarak bir çok kılavuzdan geçerek projeksiyon cihazına ulaşıyor. Film projeksiyonun önünden dalga hareketi şeklinde (rolling loop) geçiyor. Imax bu yöntemi filmin düzgün yatay biçimde geçmesi ve daha keskin ,titreşimsiz bir resim kalitesi elde etmek için kullanıyormuş. Projeksiyon sırasında her kare sabit tutma pimlerine yerleştiriliyor ve film lensin arka bölümüne vakumla düzgün biçimde tutturuluyor. Böylece resim ve odak sabitliği normal projeksiyon standartlarının üstünde ve çok iyi bir netlik elde edilmiş oluyor.
Imax projeksiyonlarında kullanılan lambalar o kadar güçlü ve yoğun ki uzmanlar bu ışığın aydan dahi görülebileceğini iddia ediyorlar. Tabii kullanılan lenslerde hayli büyük.
Hale hazırda dünyada genel olarak, renk kodlaması ile çekilen 3D teknolojisi kullanılıyor. Bu teknikte iki ayrı objektif var ama aynı resmin iki ayrı açıdan elde edilen görüntüleri tek film üzerine pozlanıyor. Sağdaki resim mavi soldaki ise kırmızı renkle kodlanıyor. İzleyicilerin kullandıkları gözlüklerinde sağ tarafı mavi solu ise kırmızı. Gözler bu resimleri ayrı ayrı algılıyor ve beyinde bunları 3D haline getiriyor.
Imax ise 3D polarizasyon yöntemi kullanıyor. 3D film gösterimleri için iki ayrı projeksiyon cihazı kullanılıyor. Daha önce kameraları açıklarken iki ayrı filmin insanın iki gözünün görme açısı ile aynı şekilde pozlandığını hatırlayalım. Bu iki filmden sağ taraf sağ, sol taraf soldaki projeksiyona bağlanıyor. Projeksiyonların birinde yatay (sağda) diğerinde düşey (solda) polarize filtre kullanılıyor. Dolayısı ile sağdaki film yatay, soldaki de düşey polarizasyonla perdeye yansıtılıyor. İzleyiciler ise filmi ancak özel gözlüklerle 3D olarak izleyebiliyorlar. Gözlüklerinde sağ camı yatay sol camı ise düşey polarize filtreli. Çıplak gözle perdede gölgeli bir resim görülüyor. Bu görüntülerden sağdakini gözlüğün sağındaki yatay polarizeli cam sağ göze, soldakini de düşey polarizeli cam sol göze gönderiyor. Bu iki resim beyinde 3 boyutlu (stereoskopik) olarak birleştiriliyor. Bu teknik halen gerçeklik etkisi en yüksek olan 3D teknolojisi olarak kabul ediliyor. Hatta buna benzer bir tekniği NASA kendi çalışmalarında kullanıyor.

Imax sinemalarında kullanılan perde hemen ilk bakışta heybeti ile insanı etkiliyor. Yaklaşık 25 metre yüksekliği ile tam bir dev. Tabii perdede Imax filmlerini en iyi şekilde yansıtacak şekilde özel boya ve maddelerle desteklenmiş.
Perdenin büyüklüğü ve içbükey şeklinden dolayı kurulmasının hayli ciddi ve zor bir çalışma gerektirdiğini tahmin etmek hiç de zor değil.
Imax 'de kullanılan ses sistemi hale hazırda normal sinemalarda kullanılan DTS ve Dolby Digital ses sistemlerine benzer bir "digital surround" sistemi. Filmlerin "soundtrack"leri (müzik,efekt ve diyalogları içeren ses kayıtları) CD olarak geliyor. Bu CD Imax bilgisayarının hard diskine bir defa yükleniyor. Her gösterimde soundtrackler filmlerden gelen senkron sinyali ile bilgisayar sayesinde görüntü ile eşlenerek (senkronlanarak ) hard diskten okunuyor. Gerçekten etkileyici bir ses sistemi olduğunu çok amatör izleyiciler bile kolaylıkla ayırt edebilirler. Bu arada Imax bilgisayarının sinemadaki tüm ekipmanları kontrol ettiğini ayarlamalarını yaptığını da belirtelim. Hatta ciddi bir sıkıntı çıktığında bu bilgisayar özel bir modem aracılığı ile Kanada'daki Imax merkezine bağlanarak bir takım testlerin yapılmasını ve problemlerin oradan çözülmesini sağlıyor.
Imax 'in ayrıca "Dome" adını verdiği daha farklı bir projeksiyon tekniği var. Bunda perde neredeyse bir küre şeklinde ve izleyiciler bu kürenin içinde oturuyorlar. İnsan gözünün yatay ve düşey açılardaki algılama kapasitesine uygun olarak film izleyicilerin yatay ve düşey görüş açılarının tamamını kaplayacak şekilde perdeye içten yansıtılıyor.

Bu sistemde perdeden başka bir şey görünmediği için bir çok insan hareketli sahnelerde oturduğu yerde bile düşme hissine kapılıyor. Yabancı kaynaklı bir teknoloji dergisinin son sayısındaki bir haberde,genellikle sanal gerçeklik (virtual reality) oyunlarında ve örneğin seyahat sırasında film izleyebilmek amacı ile yapılan kask yada gözlük şeklindeki monitörlerde de yakın zamana kadar aynı yöntem kullanılıyordu . Bu tecrübeden yola çıkarak bu dengeyi kaybetme hissinden dolayı yeni üretilen bu tip monitör gözlüklerde gözleri tamamen kapatmadan yanlarda boşluk bırakarak çözüm yoluna gidiliyor.
Buraya kadar anlatmaya çalıştığım bu mükemmel sinema keyfinin ne kadar pahalıya mal olduğunu sanırım ayrıca belirtmeye gerek yok.
O yüzden Imax yapımcıları henüz hiç uzun metrajlı bir film çekmemişler. Ayrıca filmlerin gösterimleri de bir hayli maliyetli. Sinema salonları milyonlarca dolara mal oluyor,(işletmeciler bir filmin on binlerce dolara kiralanabildiğini belirtiyorlar.) dolayısı ile genellikle filmler altı aylık periyotlarla gösterime giriyor. Filmler çoğunlukla belgesel türünde. Bu çalışmalarda NASA gibi ciddi kuruluşlarla uzay çalışmaları ile ilgili ortak yapımlar yapılmış. Hatta o ağır kameraları uzay mekiklerine yerleştirerek dünyamızı uzaydan görüntülemeyi bile başarmışlar.
Imax'in arşivinde yaklaşık 130 film bulunuyor. Bu filmler 24 ülkede 190 dan fazla Imax sinemasında gösteriliyor. Ankara'nın da bu şehirlerden biri olması çok sevindirici bir durum. Avrupa'nın bir çok modern şehrinde bir Imax sinemasının olmadığını düşünürsek ne kadar şanslı olduğumuzu anlayabiliriz sanırım. Bir de şunu belirtmeden geçemeyeceğim; Imax sineması olan şehirlerde turistler için özel geziler ve Imax gösterileri yapılıyor.
Hayatı gözlüğe gereksinim olmadan 3 boyutlu görebilmek dileğiyle... Hatta, dört boyutlu.
Sizlere Imax'den söz etmek istiyorum. Imax hiç kuşkusuz en gelişmiş sinema sistemi olarak kabul ediliyor. Imax bir Kanada firması, kurucuları sinema severlere daha iyi bir seyir kalitesi sağlamak amacı ile sinemada kullanılan teknik cihazları daha da geliştirmişler. Öyle ki firmanın ismi neredeyse teknik kaliteyi simgeleyen bir referans terimi olarak yerleşmiş.
Imax 'in kullandığı sistemler sadece kendileri tarafından üretilip sadece, kendi sinema salonlarında gösterilebiliyor.
İlk olarak Imax filminden başlayalım. Sinema endüstrisinde kullanılan 35mm yerine 70mm kullanılıyor. Bu bizim bildiğimiz pahalı prodüksiyonlarda kullanılan standart 70mm filmlerden değil ki bunlar karede 5 perforelidir. Imax filmi ise 15 perforeli , bu yüzden 15/70 diye ifade ediliyor ve normalinden yaklaşık 3 misli büyük. Ayrıca kullanılan filmlerin gren yoğunluğunun standartların çok üzerinde olduğunu belirtelim.
Kullanılan kameralarda Imax 15/70 filme uygun olarak tasarlanmış. Imax kameraları kullanılan filmin hacmi ve ağırlığından dolayı normalden çok büyük ve ağır oluyor,vah kameraman ve asistanların haline!.. Bir fikir olsun diye ağırlıkları verelim, gözünüzü korkutmak gibi olmasın ama normal Imax kamerası 19 ile 45 kg arası 3D kameralar ise 109 kg. Tabii ki son yıllarda ilk zamanlarda kullanılanlara göre daha sağlam ve hafif malzemelerden yapılmaya başlandı. Dolayısı ile kameralar hafifleşti ve küçüldü. Öyle ki steadicam çalışmaları için bile Imax kamerası yapıldı. Ama yinede Imax filmlerini izleyenler çok kıvrak, hızlı kamera hareketleri olmadığını hemen fark edecekler.
Kameraların en önemli özelliklerinden biride diğer kameralar gibi filmi düşey değil de yatay olarak pozlaması.
3 Boyutlu (3 D) çekimler için ise aynı gövde içinde insanın iki gözünün açısına uygun biçimde yerleştirilmiş iki ayrı objektif ve iki ayrı film mekanizması tasarlanmış. Her objektif kendine ait filmi pozluyor. Her 3D filmde aslında aynı resim yatay açı farklı iki ayrı film olarak stereoskopik çekiliyor.
Projeksiyon makineleri de alıştığımız türden değil. Film makaraları ki aslında onlara kamyon tekeri demek daha doğru olur,cihazın üzerinde değil cihazdan 2-3 metre mesafede ,filmi salan ve toplayan ,yuvarlak yemek masası büyüklüğünde iki ayrı tablada yerleşmiş. Filmler bu mekanizmadan yatay olarak bir çok kılavuzdan geçerek projeksiyon cihazına ulaşıyor. Film projeksiyonun önünden dalga hareketi şeklinde (rolling loop) geçiyor. Imax bu yöntemi filmin düzgün yatay biçimde geçmesi ve daha keskin ,titreşimsiz bir resim kalitesi elde etmek için kullanıyormuş. Projeksiyon sırasında her kare sabit tutma pimlerine yerleştiriliyor ve film lensin arka bölümüne vakumla düzgün biçimde tutturuluyor. Böylece resim ve odak sabitliği normal projeksiyon standartlarının üstünde ve çok iyi bir netlik elde edilmiş oluyor.
Imax projeksiyonlarında kullanılan lambalar o kadar güçlü ve yoğun ki uzmanlar bu ışığın aydan dahi görülebileceğini iddia ediyorlar. Tabii kullanılan lenslerde hayli büyük.
Hale hazırda dünyada genel olarak, renk kodlaması ile çekilen 3D teknolojisi kullanılıyor. Bu teknikte iki ayrı objektif var ama aynı resmin iki ayrı açıdan elde edilen görüntüleri tek film üzerine pozlanıyor. Sağdaki resim mavi soldaki ise kırmızı renkle kodlanıyor. İzleyicilerin kullandıkları gözlüklerinde sağ tarafı mavi solu ise kırmızı. Gözler bu resimleri ayrı ayrı algılıyor ve beyinde bunları 3D haline getiriyor.
Imax ise 3D polarizasyon yöntemi kullanıyor. 3D film gösterimleri için iki ayrı projeksiyon cihazı kullanılıyor. Daha önce kameraları açıklarken iki ayrı filmin insanın iki gözünün görme açısı ile aynı şekilde pozlandığını hatırlayalım. Bu iki filmden sağ taraf sağ, sol taraf soldaki projeksiyona bağlanıyor. Projeksiyonların birinde yatay (sağda) diğerinde düşey (solda) polarize filtre kullanılıyor. Dolayısı ile sağdaki film yatay, soldaki de düşey polarizasyonla perdeye yansıtılıyor. İzleyiciler ise filmi ancak özel gözlüklerle 3D olarak izleyebiliyorlar. Gözlüklerinde sağ camı yatay sol camı ise düşey polarize filtreli. Çıplak gözle perdede gölgeli bir resim görülüyor. Bu görüntülerden sağdakini gözlüğün sağındaki yatay polarizeli cam sağ göze, soldakini de düşey polarizeli cam sol göze gönderiyor. Bu iki resim beyinde 3 boyutlu (stereoskopik) olarak birleştiriliyor. Bu teknik halen gerçeklik etkisi en yüksek olan 3D teknolojisi olarak kabul ediliyor. Hatta buna benzer bir tekniği NASA kendi çalışmalarında kullanıyor.
Imax sinemalarında kullanılan perde hemen ilk bakışta heybeti ile insanı etkiliyor. Yaklaşık 25 metre yüksekliği ile tam bir dev. Tabii perdede Imax filmlerini en iyi şekilde yansıtacak şekilde özel boya ve maddelerle desteklenmiş.
Perdenin büyüklüğü ve içbükey şeklinden dolayı kurulmasının hayli ciddi ve zor bir çalışma gerektirdiğini tahmin etmek hiç de zor değil.
Imax 'de kullanılan ses sistemi hale hazırda normal sinemalarda kullanılan DTS ve Dolby Digital ses sistemlerine benzer bir "digital surround" sistemi. Filmlerin "soundtrack"leri (müzik,efekt ve diyalogları içeren ses kayıtları) CD olarak geliyor. Bu CD Imax bilgisayarının hard diskine bir defa yükleniyor. Her gösterimde soundtrackler filmlerden gelen senkron sinyali ile bilgisayar sayesinde görüntü ile eşlenerek (senkronlanarak ) hard diskten okunuyor. Gerçekten etkileyici bir ses sistemi olduğunu çok amatör izleyiciler bile kolaylıkla ayırt edebilirler. Bu arada Imax bilgisayarının sinemadaki tüm ekipmanları kontrol ettiğini ayarlamalarını yaptığını da belirtelim. Hatta ciddi bir sıkıntı çıktığında bu bilgisayar özel bir modem aracılığı ile Kanada'daki Imax merkezine bağlanarak bir takım testlerin yapılmasını ve problemlerin oradan çözülmesini sağlıyor.
Imax 'in ayrıca "Dome" adını verdiği daha farklı bir projeksiyon tekniği var. Bunda perde neredeyse bir küre şeklinde ve izleyiciler bu kürenin içinde oturuyorlar. İnsan gözünün yatay ve düşey açılardaki algılama kapasitesine uygun olarak film izleyicilerin yatay ve düşey görüş açılarının tamamını kaplayacak şekilde perdeye içten yansıtılıyor.
Bu sistemde perdeden başka bir şey görünmediği için bir çok insan hareketli sahnelerde oturduğu yerde bile düşme hissine kapılıyor. Yabancı kaynaklı bir teknoloji dergisinin son sayısındaki bir haberde,genellikle sanal gerçeklik (virtual reality) oyunlarında ve örneğin seyahat sırasında film izleyebilmek amacı ile yapılan kask yada gözlük şeklindeki monitörlerde de yakın zamana kadar aynı yöntem kullanılıyordu . Bu tecrübeden yola çıkarak bu dengeyi kaybetme hissinden dolayı yeni üretilen bu tip monitör gözlüklerde gözleri tamamen kapatmadan yanlarda boşluk bırakarak çözüm yoluna gidiliyor.
Buraya kadar anlatmaya çalıştığım bu mükemmel sinema keyfinin ne kadar pahalıya mal olduğunu sanırım ayrıca belirtmeye gerek yok.
O yüzden Imax yapımcıları henüz hiç uzun metrajlı bir film çekmemişler. Ayrıca filmlerin gösterimleri de bir hayli maliyetli. Sinema salonları milyonlarca dolara mal oluyor,(işletmeciler bir filmin on binlerce dolara kiralanabildiğini belirtiyorlar.) dolayısı ile genellikle filmler altı aylık periyotlarla gösterime giriyor. Filmler çoğunlukla belgesel türünde. Bu çalışmalarda NASA gibi ciddi kuruluşlarla uzay çalışmaları ile ilgili ortak yapımlar yapılmış. Hatta o ağır kameraları uzay mekiklerine yerleştirerek dünyamızı uzaydan görüntülemeyi bile başarmışlar.
Imax'in arşivinde yaklaşık 130 film bulunuyor. Bu filmler 24 ülkede 190 dan fazla Imax sinemasında gösteriliyor. Ankara'nın da bu şehirlerden biri olması çok sevindirici bir durum. Avrupa'nın bir çok modern şehrinde bir Imax sinemasının olmadığını düşünürsek ne kadar şanslı olduğumuzu anlayabiliriz sanırım. Bir de şunu belirtmeden geçemeyeceğim; Imax sineması olan şehirlerde turistler için özel geziler ve Imax gösterileri yapılıyor.
Hayatı gözlüğe gereksinim olmadan 3 boyutlu görebilmek dileğiyle... Hatta, dört boyutlu.
Real D 3D nedir?
NASA’ya 3D Görüntüleme Araçları Sağlayan Şirket
REAL D 3D, alternatif 3D sinema sistemlerinden farklı olarak, en üst kalitede 2D ve 3D içerik gösterebilen sadece bir adet dijital projektör ve server kullanır. Sağ ve sol görüntüler, çok yüksek bir hızda, saniyede 144 kare olarak, sırasıyla perdeye yansıtılır. Her karede sağ ve sol göz için görüntü olarak değişirken, bu iki görüntünün birleşmesi, REAL D 3D Sinema sisteminin ışığın yönünü değiştirerek REAL D 3D Sinema gözlükleriyle buluşturması ile sağlanır. Gümüş perdeye yansıtılan görüntü 35 trilyon renk içerir, kullanılan dijital ses sistemi ise 36,600 watt ses gücüne sahiptir. 3D görüntüleme araçları sağlayan REAL D 3D, bu alanda dünyanın önde gelen şirketlerinden birisi. İşbirliği içinde olduğu kuruluşlar arasında NASA ve Amerikan ordusunun yanı sıra BMW, Boeing ve Pfizer gibi dünya devleri bulunuyor. Real D 3D filmlerin önemli bir özelliği baş ağrısı ve göz yorulması yaşatmaması . Real D 3D’yle dijital içerik dağıtım ağı içerisinde dijital filmlerin ve dijital 3 boyutlu filmlerin yanı sıra canlı konserler, ve spor organizasyonlarını izleyebilmek de mümkün. REAL D 3D şu anda 23 ülkede 5000’nin üzerinde salonla dünyanın en büyük dijital 3D platformunu temsil ediyor.
REAL D 3D, alternatif 3D sinema sistemlerinden farklı olarak, en üst kalitede 2D ve 3D içerik gösterebilen sadece bir adet dijital projektör ve server kullanır. Sağ ve sol görüntüler, çok yüksek bir hızda, saniyede 144 kare olarak, sırasıyla perdeye yansıtılır. Her karede sağ ve sol göz için görüntü olarak değişirken, bu iki görüntünün birleşmesi, REAL D 3D Sinema sisteminin ışığın yönünü değiştirerek REAL D 3D Sinema gözlükleriyle buluşturması ile sağlanır. Gümüş perdeye yansıtılan görüntü 35 trilyon renk içerir, kullanılan dijital ses sistemi ise 36,600 watt ses gücüne sahiptir. 3D görüntüleme araçları sağlayan REAL D 3D, bu alanda dünyanın önde gelen şirketlerinden birisi. İşbirliği içinde olduğu kuruluşlar arasında NASA ve Amerikan ordusunun yanı sıra BMW, Boeing ve Pfizer gibi dünya devleri bulunuyor. Real D 3D filmlerin önemli bir özelliği baş ağrısı ve göz yorulması yaşatmaması . Real D 3D’yle dijital içerik dağıtım ağı içerisinde dijital filmlerin ve dijital 3 boyutlu filmlerin yanı sıra canlı konserler, ve spor organizasyonlarını izleyebilmek de mümkün. REAL D 3D şu anda 23 ülkede 5000’nin üzerinde salonla dünyanın en büyük dijital 3D platformunu temsil ediyor.
3 Boyutlu Görüntü Nasıl Oluşur?
3D filmleri iki ayrı film gibi düşünülebilir- kameralar bir film karesini çekmek yerine biri sol göz ve diğeri sağ göz için iki film karesini yakalar. REAL D teknolojisi bu iki farklı görüntünün bir dijital sinema projektöründen yansımasını sağlar. Real D 3D gözlükleri eski kırmızı ve mavi renkli gözlüklerinden tamamen farklı, polarize filtreli ve siyahtır ayrıca oldukça hafif ve rahattır. Bu gözlük ile sağ gözün sol göz için yaratılan film karesini görmesini ve tersini engeller. 3D algısı ise beynin bu gözlük yardımı ile iki görüntüyü kesintisiz birleştirmesinden oluşur.
3D filmleri iki ayrı film gibi düşünülebilir- kameralar bir film karesini çekmek yerine biri sol göz ve diğeri sağ göz için iki film karesini yakalar. REAL D teknolojisi bu iki farklı görüntünün bir dijital sinema projektöründen yansımasını sağlar. Real D 3D gözlükleri eski kırmızı ve mavi renkli gözlüklerinden tamamen farklı, polarize filtreli ve siyahtır ayrıca oldukça hafif ve rahattır. Bu gözlük ile sağ gözün sol göz için yaratılan film karesini görmesini ve tersini engeller. 3D algısı ise beynin bu gözlük yardımı ile iki görüntüyü kesintisiz birleştirmesinden oluşur.
Dünya'nın en hızlı seri üretim aracı
Tesla Model S ve Model X araçlarını şu ana kadarki en güçlü bataryası ile donattı. 100kWh güçte bataryaya sahip Model S P100D 0-96km/s hızlanmasını 2.5 saniyede tamamlıyor. Detaylar haberimizde.
Bir süredir ortalıkta iddiaları dolaşan Tesla'nın P100D versiyonu nihayet resmi olarak duyuruldu. Firmanın Model S ve Model X modelleri için duyurduğu P100D ile gelen Model S şu anda piyasada en çabuk hızlanan yeni alınabilecek araç konumunda. Yeni batarya ile daha da güçlenen Model S P100D 0-96km/s hızlanmasını yalnızca 2.5 saniyede tamamlıyor.
Konferans konuşmasında bu konu hakkında da konuşan CEO Elon Musk şu anda 100km/s hızlanmasını daha çabuk yapan yalnızca 2 aracın olduğunu bunların ise LaFerrari ve Porsche 918 Spyder olduğunu belirtiyor. Ve aracın McLaren F1'i alt edebilecek durumda olduğunu söylüyor.
Konuşmasının devamında yeni alınabilecek dünyanın en hızlı arabasının elektrikli olduğunun altını çizen Musk, gelecekte insanların benzinli araçlara antika olarak bakacağını söylüyor.

Kapasitede düşük bir artış olsa da çok daha şekilde üretilen yeni versiyonun ilk etapta az sayıda araçla sınırlı kalacağı belirtiliyor. Ludicrous moda sahip P90D siparişi veren ancak henüz teslim almayan Tesla müşterileri aradaki $10bin fiyat farkını ödeyip bu yeni versiyonu beklemeye koyulabilirken şu anda P90D sahibi olanlar ise daha büyük bir ücret ($20bin) ödeyerek bu versiyona geçiş yapabilecek.
P100D ile batarya kapasitesi 100kWh ulaşırken şarj süresinde herhangi bir değişim olmaksızın aracın menzili de 613km'ye ulaşıyor. Model S'de 0-96km/s hızlanması 2.5 saniye iken Model X'de ise bu süreç 2.9 saniyede gerçekleşiyor ve aracın toplam menzili ise 542km'ye çıkıyor.
15 Temmuz 2016 Cuma
Ankesörlü Telefonlar
Ankesörlü telefon veya alternatif adıyla ödemeli telefon, genellikle kamuya açık alanlarda açıkta ya da telefon kulübesi içerisinde bulunan, ödeme yerine geçen özel bir jeton ya da bozuk para veya telefon kartı ile günümüzde ise artık kredi kartı veya banka kartları ile de çalışabilen umuma açık telefonlara verilen isimdir. Ayrıca ankesörlü telefonlar ile acil numaralar ücretsiz olarak aranabilirken, sistem ön ödemeli bir kart ile veya ankesörlü telefonu kullanıma sunan telekomünikasyon şirketinin belirlediği özel numaralar vasıtası ile sabit ya da mobil telefonlarla ödemeli olarak görüşme yapılabilmesini de sağlayarak kullanımı kolaylaştırır. Her halde, ankesörlü telefonların kullanımında acil numara aramaları dışında diğer tüm aramalar için telekomünikasyon şierktinin belirlediği tarife ve ücretler fiyatlandırmada esas alınır. Bu fiyatlandırma politikası üçüncü kişiler için jeton ya da telefon kartı ücreti şeklinde olabileceği gibi, kredi veya banka kartı ile yapılan aramalarda dakika veya daha farklı ek birimler ile bu ücret tahsil edilebilir.
Ankesörlü telefonlar veya bu telefonların bulunduğu telefon kulübeleri yoğun olarak halka açık, halkın sık olarak bulunduğu havalimanı, tren istasyonu, otobüs garları, mağazalar, alışveriş merkezleri, gazino veya yoğun sokakların birleştiği yerlerde köşe başlarında, ulaşım merkezlerinde bulunur. Bazı durumlarda, telefon şirketi ankesörlü telefonu veya telefon kulübesini koyacağı yer için kira ödeyebilir veya gelirinden bir miktar pay veriyor olabilir.
Günümüzde cep telefonu ve diğer sabit telefonların kullanımı sayesinde hem ankesörlü telefonların sayısı azalmış hem de gelirleri bir çok yerde düşmüştür. Gelişmiş dünya ülkelerinde telefon işletmeleri ankesörlü telefonlardan internete erişilmesi veya SMS mesaj gönderilebilmesi için ankesörlü telefonlara ekler yaparak veya yenileyerek bu düşüş oranını azaltmaya çalışmışlardır. Bazı düşük gelirli kullanıcılar tarafından bu gelişme doğrultusunda ankesörlü telefonların sayısının azaltılması hoş karşılanmamıştır.
Ankesörlü telefonun tarihçesi
Amerika Birleşik Devletleri’nde ankesörlü telefonlar
Önceleri Amerika Birleşik Devletleri’nde telefon şirketi görevlileri tarafından kulübelerde ödemeyi alacak bir görevli eşliğinde telefonlar bulunuyordu. İlk olarak 1 Haziran 1880 tarihinde Connecticut Telephone Co. (Connecticut telefon şirketi) New Haven’daki kendi ofisinde görüşme ücretinin görevliye teslim edildiği bir ankesörlü telefon bulunuyordu. 1889 yılında Southern New England Telephone Co. (Güney Yeni İngiltere Telefon Şirketi) tarafından Connecticut eyaletinin Hartford şehrinde bulunan Hartford Bankası’na kamunun da kullanabileceği para ile ödeme mekanizması bulunan bir telefon makinesi yerleştirilmişti. Ücret görüşme yapıldıktan sonra ödeniyordu.
Jeton mekanizması ise William Gray tarafından geliştirilmiştir. Gray, 23 Haziran 1891 tarihinde eklenen her bir madeni para ile bir çan çalan sistem olan 'Signal Device for Telephone Pay-Stations' (Ödemeli İstasyon Telefonları için Sinyal Cihazı) isimli cihazları için US#454470 ile başlayan bir dizi patent almıştır. Daha sonra 1891 yılında Telephone Pay Station Co. (Ödemeli İstasyon Telefonu şirketi) isimli şirketi kurmuştur. İlk ön ödemeli telefon ise 1898 yılında Chicago’da kullanılmıştır. ABD’de 1995 yılında 2.600.000, 2000 yılında ise 2.200.000 civarında ankesörlü telefon olduğu bazı kaynaklarca belirtilse de bu konuda farklılıklar bulunmaktadır. Ancak kaynaklar 2013 yılı itibariyle ABD genelinde 500.000’den az sayıda ankesörlü telefon bulunduğu konusunda hemfikirdir.
Birleşik Krallık’ta ankesörlü telefonlar
Birleşik Krallık’ta, Malta’da, Bermuda’da ve Cebelitarık sokaklarında ise Giles Gilbert Scott tarafından tasarlanmış olan ve “Kırmızı telefon kutusu” (Red telephone box) olarak adlandırılan telefon kulübeleri oldukça popüler hale gelmiştir. Ancak bunların da sayıları günümüzde azalmaya devam etmekle birlikte hem İngiltere’de hem de İngiltere’nin sömürü ülkelerinde hala mevcuttur. Kırmızı telefon kulübeleri genellikle İngilizlerin dünya çapında bir ikonu haline gelmiştir. 1926 tarihinden itibaren üretilen bu kiosklarda İngiliz hükümetini temsil eden bir taç bulunuyordu. Kulübelerin rengi kiraz kırmızısı olarak da bilinen ve daha İngiliz standartlarında BS 381C-539 olarak tanımlanmış bir renge sahiptir.
Türkiye’de ankesörlü telefonlar
Türkiye’de 2014 yılı itibariyle Türk Telekom tarafından 85.000’i aşkın noktada bulunduğu ve hizmet verdiği belirtilen ankesörlü telefonlar ücretsiz olarak tahsis edilmektedir. Yeni sistem ankesörlü telefonlar jeton sisteminden arındırılmış, ankesörlü telefon kartı, TT Kart, Aile Kartı veya kredi kartı ile çalışabilen telefonlardır. Artık kullanılan ankesörlü telefonlar sayesinde SMS gönderimi de yapılabilmektedir.
2014 yılı itibariyle Türkiye’de bulunan ankesörlü telefonlardan 112 Sıhhi İmdat, 110 Yangın İhbar, 144 Sosyal Yardım Hattı, 121 Telefon Arıza, 141 Fono Tel, 151 Alo Kıyı Emniyet, 155 Polis İmdat, 156 Jandarma İmdat, 157 İnsan Ticareti Mağdurlarına Yardım ve İhbar Hattı, 158 Alo Sahil Güvenlik, 159 Alo Karayolları, 168 Türkiye Kızılayı, 177 Orman Yangını İhbar, 183 Alo Çocuk ve Kadın Hattı, 171 Sigarayı Bırakma Hattı ücretsiz olarak aranabilmektedir.
2014 yılı itibariyle il içi sabit numaraları aramanın dakikası 0,088 TL, şehirlerarası sabit numaraları aramanın dakikası 0,105 TL, GSM aramalarının dakikası 0,370 TL şeklindedir. Diğer tür aramalarda kendi gruplarında dakika bazlı olarak ücretlendirilmektedir. Türk Telekom hem sabit telefonların hem de ankesörlü telefonların kullanım oranını arttırmak için zaman zaman kampanyalar yapmaktadır. Örneğin, 2013 yılında ankesörlü telefonlardan telefon kartı ile hafta sonu yapılan görüşmelerde ücret alınmamıştır.
Diğer dünya ülkelerinde ankesörlü telefonlar
Kanada’da aynı ABD’de olduğu gibi son yıllarda COCOT kısaltmasıyla tanınmış olan müşteriye ait jetonlu telefonların kullanımı yaygınlaşmıştır. Bu telefonlarda 0 numarası ile operatörü arama ve 911 hattını aramak ücretsizdir. Diğer dünya ülkelerinin neredeyse tamamında ankesörlü telefonlar, ülkenin telefon şirketleri tarafından işletilirler. Uganda gibi bazı Afrika ülkelerinde telefon görüşmeleri için bisiklet gibi araçlarda seyyar olarak taşınabilen telefonlar kullanım alanı bulmuştur.
Popüler kültürde ankesörlü telefon
Özellikle ankesörlü telefonları barındıran telefon kulübeleri, kullanılmaya başladıktan sonra kendisine popüler kültürde sıkça yer bulmuştur. Örneğin; Süpermen, Clark Kent köstümünü değiştirmek için telefon kulübesi kullanmıştır. Ninja Kaplumbağalar çizgi romanı ile çizgi filmlerdinde ve animasyon filmlerinde hemen hemen her bölümde bir telefon kulübesi görmek mümkündür. Harry Potter serisinde Mr. Weasley ve Harry Muggle dünyasına gitmek için telefon kulübesi kullanırlar.
14 Temmuz 2016 Perşembe
Süpersonik uçaklar
Paris-New York arasında 3,5 saatten kısa sürede uçan süpersonik Concorde uçaklarının en büyük sorunu çok yakıt harcaması ve çok ses çıkarmasıydı. Yüksek irtifada 2140 km/saat hızla sesten hızlı giden Concordelar, ses duvarını aşarken evde camları titreten bir sonik patlamaya yol açıyordu.
“Çift uçan kanat” tasarımı bu sorunu çözüyor. MIT ve Stanford Üniversitesi tarafından geliştirilen uçan kanat konsepti üstten bakınca B-2 hayalet bombardıman uçağına Benziyor. Uçağın üst katında pilot kabiniyle yolcu bölümü yer alıyor, üst ve alt kanatlar da iki uçtan bükülerek birleşiyor.
İki kanat arasında ise önden hava girişi olan süpersonik jet motoru bölmesi yer alıyor. Dikey motor tasarımı, uçağın ses hızını aşarken ses patlamasına yol açmasını önlüyor. Çift uçan kanat az yakıt yakıyor ve çevre kirliliğiyle bakım maliyetlerini azaltıyor.
NEDEN UÇAN KANAT?
Önce dünyanın ilk uçan kanatlarından birinin Türkiye’de üretilmiş olduğunu söyleyelim: Türkiye İsmet İnönü zamanında, 1948 yılında ilk uçan kanatlardan birini üretti.
Türk Hava Kurumu Etimesgut Uçak Fabrikası’nda “THK-13” adı verilen uçan kanat planörü seri üretime geçseydi, bu uçağın pervaneli ve jet motorlu modelleri de yapılacaktı.
Ancak biz İngiliz ve Amerikan denetimindeki yandaş basının yaptığı siyasi baskı yüzünden bu işten vazgeçerken, Batı dünyası uçan kanat üretmeye devam etti ve nihayet Amerika’nın B-2 hayalet bombardıman uçağı ortaya çıktı.
UÇAN KANATIN YARARLARI
Her ne kadar B-2 hayalet bombardıman uçağı sesten yavaş uçsa da yakıt tüketimini azaltmak, uçuşta sarsıntıyı önlemek ve minimum boş ağırlıkla maksimum yararlı yük (bomba) taşımak için uçan kanat tasarımı kullanıyor (maksimum hızı 1010 km/saat).
Uçan kanat aerodinamik açıdan en verimli uçak tasarımı ve bunun nedeni de kanat yüzeyini artırarak maksimum kaldırma kuvveti sağlaması: Kanat yüzeyi artınca kanadın alt yüzü havayla daha çok temas ediyor.
Kanadın altında oluşan yüksek basınçla, kanadın üstünde oluşan alçak basınç arasındaki farkın artmasıyla birlikte uçağın kaldırma kuvveti de artıyor. Böylece uçaklar motor gücünü artırmadan daha fazla yük taşıyor ve bu da yakıt ekonomisi sağlıyor.
CONCORDE’DA UÇAN KANAT KULLANILMADI
Concorde yüksek yakıt tüketimi, 203 milyar dolarlık toplam proje maliyeti ve yüksek bakım masraflarıyla başarısızlığa mahkumdu. Öte yandan, bu uçaklar 1978’deki petrol krizinden önce tasarlandığı için yakıt tasarrufuna pek dikkat edilmemişti.
Ayrıca Concorde’un sesten hızlı uçmak için uçan kanat yerine delta kanat (üçgen kanat) tasarımına sahip olması gerekiyordu. Bu faktörler Concorde kullanan havayolu şirketlerinin zarar etmesine yol açtı.
Concorde 2003’te emekli oldu ve genç mühendisler de uzun mesafede ses çıkarmadan ucuza uçacak yeni bir süpersonik uçak arayışına girdiler. Çünkü kimse Londra’dan Avustralya’ya 23 saatte ve New York’a sekiz saatte uçmak istemiyordu.
ÇÖZÜM UÇAN KANATLA DELTA KANADI BİRLEŞTİRMEK
Her şey 1935 yılında Alman havacılık ve uzay mühendisi Adolf Busemann ile başladı. Busemann süpersonik uçuşta uçağın sarsılmaması ve yoldan çıkmaması için delta kanat gerektiğini biliyordu. Öte yandan uçan kanatların yakıt tasarrufu açısından avantajlı olduğunu da biliyordu.
Böylece her iki çözümün de en iyi yanlarını bir araya getirmeye karar verdi ve iki katlı bir uçan kanat tasarladı. Çift uçan kanat tasarımına sahip olan bir uçak ses hızını aşarken sonik patlamaya yol açmayacak ve az yakıtla Concorde’dan daha çok yolcu taşıyacaktı.
Adolf Busemann bütün bunları bilgisayar simülasyonları olmadan öngören ve zamanından 75 yıl ileri düşünen dahi bir mühendisti, ama planlarını gerçekleştirmeden önce araya Hitler’le İkinci Dünya Savaşı girdi.
SÜPERSONİK UÇUŞTA SESSİZ
Normalde F-15 gibi bir avcı uçağı ses hızını aştığında uçağın burun kısmında şok dalgaları oluşuyor. Şok dalgaları uçağın burnundan kuyruk kısmına geçerek çevreye yayılıyor ve bu sırada büyük bir ses patlamasına neden oluyor.
Çift uçan kanat tasarımında ise ses dalgaları iki kanatın arasından engellenmeden geçiyor ve birbirini siliyor. Aktif ses silme özelliğine sahip kulaklıklarda da buna benzer bir teknoloji kullanılıyor:
Ses dalgalarının tepe ve çukurları üst üste bindiği zaman birbirini sönümlüyor ve bu da insanın rahatsız edici ortam gürültüsünü duymasını engelliyor. Aktif kulaklıklar sesi silmek için gürültüyle aynı frekansta ama ters fazda (180°) ses çıkarıyor.
BUSEMANN’IN UÇAN KANAT TASARIMI UNUTULDU
Busemann’ın tasarımı çok nazlıydı. Sağlıklı bir uçuş için önce uçağın 2670 km/saat hıza ulaşması ve ardından 2082 km/saate yavaşlaması gerekiyordu. Kısacası bu uçaklar stabil uçuşa geçmek amacıyla önce hızlanıyor ve ardından sürtünmeye bağlı sarsıntıyı azaltmak üzere biraz yavaşlıyordu (yüzey alanı geniş olan uçan kanat sürtünmeyi artırıyordu).
Ancak bu yöntem uçağı rüzgar tünelinde bilgisayar simülasyonlarıyla test etmeyi gerektiriyordu ve Busemann’ın zamanında bilgisayarlar emekleme aşamasında olduğundan bunu yapamadılar.
Ayrıca mühendisler uçağın yüksek hızlara erişmesi için yeni ve güçlü jet motorları tasarlamak zorundaydı. 1950’lerde süpersonik jet motorları sadece savaş uçaklarında kullanılan pahalı makineler olduğu için çift uçan kanat tasarımı 2010 yılına kadar uykuya yattı.
PEKİ ŞİMDİ NE DEĞİŞTİ?
Şimdi modern jet motorlarıyla süper bilgisayarlar geldi. Üstelik petrol kuyuları kurumaya ve uçak yakıtı fiyatları artmaya başladı. Nüfus artışına bağlı olarak Amerika-Avrupa arasındaki yolcu trafiğinin tavan yapmasıyla birlikte, havayolu şirketleri de süpersonik yolcu uçaklarını tekrar ciddiye almak zorunda kaldı.
Havayolu şirketlerinin 2030’dan sonra sesten yavaş giden uçaklar için uçan kanat tasarımına geçmek istemesi çift uçan kanat projelerini canlandırdı. İlk olarak Japonya Tohoku Üniversitesi’nden Kazuhiro Kusunose, 2004 yılında Busemann’ın çift uçan kanat tasarımını revize etti.

Yeni tasarım kenarlardan birleşen iki eğimli kanat kullanıyor ve bu da arkadan bakıldığında Star Wars’daki yıldız destroyerlerini andırıyor. Bugün MIT ekibi, Tohoku ve Stanford Üniversitesi’ndeki araştırmacılarla birlikte 2B uçan kanat modellerini test ederek bilgisayar simülasyonları yapıyor.
Testler 3 boyutlu maketlerde de başarılı olursa 1. Dünya Savaşı’ndaki çift kanatlı uçaklar geri gelecek ve dünyanın sessiz uçan ilk süpersonik yolcu uçağı üretilecek.
ÖYLEYSE HAVAYOLLARI UÇAN KANATA HAZIR MI?
Doğrusu evet. Nitekim Boeing’in Phantom Works (Gizli İşler) dairesi tarafından geliştirilen 6,4 metre kanat açıklığına sahip X-48B prototipi NASA teşvikiyle 2007 yılında bir test uçuşu yaptı.
3000 metreye yükselen model uçak saatte 220 kilometre hıza ulaştı ve 80 metrelik bir yolcu uçağı tasarımını test etti. Ancak bunlar sesten yavaş giden standart uçan kanatlar. Uçak dünyasında çirkin ördek yavrusu olan çift uçan kanatların geleceğini ise birlikte göreceğiz. 

UÇAKLAR NASIL UÇUYOR? KANAT AERODİNAMİĞİ
Video kamera nasıl çalışır
Televizyon kamerası en önemli yapım elemanlarından biridir. Diğer yapım donanımları ve teknikleri kameranın neyi yapıp neyi yapamayacağından etkilenir.
· Kameranın ana parçaları lens, kameranın gövdesiyle beraber görüntü aygıtı (CCD veya Pickup, plumbicon) ve bakaçtır.
· Rengin doygunluğu, keskinliği, zenginliği, parlaklığı, karanlık veya parlak görünüşü.
· Kamera başlıca üç rengin bileşiminden meydana gelir. Bunlar kırmızı, yeşil ve mavidir(Red,Green, Blue).
· Kameranın renkleri özel işleme tabi tutmak için dahili optik mekanizmaya ihtiyacı vardır.
· Işığı ana renklerine ayrıştırmak için prizma blok veya renk ayrıştırıcı filtre bulunur. Eski kameralarda dichroic ayna sistemi vardır.
· Renkli kameralarda luminance ve chrominance kanalları vardır. Bu kanallardan luminance aydınlık bilgisini, chrominance ise renk bilgisini işler.
· Görüntü aygıtları ışığı elektrik sinyallerine çevirir. Bu aygıtların iki çeşidir vardır. Bunlar: CCD (solid – state charge – coupled device) ve picup tube.
· Üç temel kamera türü vardır. Bunlar: standart televizyon kamerası (HDTV dahil), ENG(Electronic news gathering) \ EFP (Electronic field production) and camcorder. Bunlardan başka küçük format kameralar da vardır.
· Video kameraların kendine has özellikleri: Renk karşıtlığı, çözünürlük, ışığa duyarlılığı, görüntü netliği, kontrast.
KAMERANIN PARÇALARI
Standart televizyon kamerası üç ana parçadan oluşur. Bunlardan birincisi lenstir. Lensler ve diğer optik elemanlar harici optik sistem olarak da adlandırılır. İkinci parça ise görüntü aygıtlarıdır.CCD veya pickup tüp şeklinde olabilir. Bunlara dahili optik sistem de denir. Üçüncüsü isebakaçtır. Kameranın ürettiği görüntüyü görmemizi sağlar.
KAMERANIN TEMEL ÇALIŞMA PRENSİBİ
Tüm televizyon kameraları – büyük stüdyo kameralarından mağazalarda satılan el kameralarına kadar – aynı temel prensiple çalışır. Bu, optik görüntünün elektrik sinyaline, daha sonra televizyon aracılığıyla tekrar görünebilir hale dönüştürülmesidir.
Objeden yansıyan ışık lens tarafından toplanıp görüntü aygıtına (CCD veya pickup) toplanan ışığı odaklar. Görüntü aygıtı ışığı video sinyaline dönüştürür. Bu sinyal daha sonra tekrar işlenerek ekran görüntüsü oluşturulur.
LENSLER
- Lenslerin temel işlevi görüntü aygıtının önünde küçük ve temiz bir görüntü üretmektir.
- Genellikle video kameralar değişebilir odak uzaklıklı lenslere sahiptir.
- Lenslerin temel nitelikleri:
- Odak uzaklığı,
- Odak noktası,
- Lens açıklığı,
- Alan derinliği’ dir.
- Lenslerde odak uzaklığı, üretilecek görüntünün ne kadar dar veya geniş bir alanın çerçeve içerisine alınacağı konusunda belirleyicidir. Ayrıca odak uzaklığı, nesnenin / nesnelerin ne kadar büyük / küçük görüneceğini de belirler. Lensler,
- Geniş açılı (Narrow angle),
- Dar açılı (Wide angle),
- Normal ve
- Değişebilir odak uzaklıklı (Zoom)
olmak üzere sınıflandırılabilirler.
- Geniş açılı bir lens, geniş bir görüş açısı sağlar. Geniş açılı lenslerde, perspektif yığılmalar açısından nesne / nesneler birbirlerine gerçekte olduğundan daha uzak algılanır. Bu sebepten, geniş açılı lenslerde kameraya yapılan yatay hareketler gerçekte olduğundan yavaş, kameraya dikey yapılan hareketler ise gerçekte olduğundan hızlı algılanır. Dar açılı lenslerde ise durum geniş açılı lenslerdekinin tam tersidir. Dar açılı bir lens dar bir görüş açısı sağlarken, perspektif yığılmalar açısından nesne / nesneler birbirlerine olduğundan daha yakın görünür. Bundan dolayı, kameraya yapılan yatay hareketlerde nesne gerçekte olduğundan hızlı, dikey hareketlerde ise gerçekte olduğundan yavaş algılanacaktır. Normal lensler ise perspektif yığılmaları insan gözünün gördüğüne yakın veren lenslerdir. Bir lensin geniş, dar veya normal açılı olmasını belirleyen filmin köşebentleri ve odak uzaklığıyla ilgilidir.
- Bir zoom lens, değişebilir odak uzaklığı sayesinde dar ve geniş açılı lensin özelliklerine sahiptir.
- Temelde üç tür zoom lens vardır.
- Stüdyo zoom lens,
- Field zoom lens ve
- ENG / EFP zoom lens.
- Bir görüntü net alan içindeyse keskin ve temizdir. Nesneyi netlemeden önce lens ayarlanmalıdır(calibrate).
- Lens diyaframı veya irisi, lensten içeri ne kadar ışık gireceğini belirler. Diyafram, bir seri metal plakadan ibarettir, bu plakaların ortasındaki aralık ise lenslerden girecek ışığın miktarını belirler.
- F-stop değerleri ise standart skala şeklinde belirlenmiş değerler olup, lenslerden giren ışık miktarını gösterir. Nümerik olarak düşük f-stop değerleri diyaframın açık yani lenslerden giren ışığın fazla olduğunu gösterir. Nümerik olarak yüksek değerlerde ise tam tersi bir durum söz konusudur. Yani, yüksek nümerik değerlerde diyaframın kısık, lenslerden giren ışık miktarının az olduğunu gösterir.
- Stüdyo kameraları uzaktan diyaframı kontrol edebilmektedirler ki bu sistem CCU (Camera control unit) dur. ENG / EFP kameralarda manüel veya otomatik diyafram seçenekleri bulunur. Otomatik diyaframa ayarlanırsa görüntü aygıtına düşen ışık miktarına göre kamera en uygun diyafram değerini ayarlayacaktır.
- Zoom lenslerde iki temel kontrol elemanı vardır. Bunlar zoom ve netleme’ dir. Bu mekanizmalar manüel olarak kontrol edilebildikleri gibi diyafram gibi CCU sayesinde uzaktan da kontrol edilebilmektedir.
- Kameraya en yakın net nesne ile en uzak net nesne arasındaki mesafeye alan derinliği denir. Alan derinliğini etkileyen çeşitli faktörler vardır. İşte bunlardan birkaçı:
- Odak uzaklığı: Geniş açılı bir lenste alan derinliği artarken, dar açılı bir lenste durum tam tersidir.
- Diyafram açıklığı: Diyafram açılırsa yani nümerik olarak f-stop değeri küçültülürse alan derinliği azalır; diyafram kısılırsa yani nümerik olarak büyürse alan derinliği artar.
- Kamera ile nesne / nesneler arası mesafe: Kamera ile nesne arasındaki mesafe arttıkça alan derinliği de artar. Kamera ile nesne arasındaki mesafe azaldıkça alan derinliği de azalır.
Alan derinliğini etkileyen başlıca faktörler yukarıda belirtilmişken ışık şiddetinin artması/azalması, filmin duyarlılığı, pozlanan kare sayısındaki değişme, filtre kullanımı gibi etkenler de alan derinliğini etkiler.
GÖRÜNTÜ AYGITLARI
Kameraların yapılabilmesinin ilk koşulu ışıktan etkilenen maddeler olmalıdır. Ön yüzeyi ışığa karşı duyarlı madde ile kaplanmış ilk kamera tüpü “Iconoscope” adıyla üretildi. Zamanla geliştirilen tüplerde üç türde ışığa duyarlı bir eleman ve yüzey kullanılmıştır. Bu elemanlar doğada bulunmayıp kimyasal tepkimelerle elde edilirler.
Photo conductive: Işık miktarına göre elektrik akımına gösterdiği direnci değişen elemandır. Düşen ışık miktarı arttıkça elemandan geçen elektrik akımı artar ya da azalır.
Photo voltaic: Bu maddeler üzerine düşen ışık şiddetiyle oranlı voltaj üreten eleman olup üzerine düşen ışık miktarı arttıkça ürettiği elektrik akımı ve voltajı artan elemandır.
Photo emissive: Radyoaktif bir eleman olup üzerine düşen ışık miktarınca maddenin kendi içinde salgıladığı elektron miktarı artar. Bu, elektrik akımı haline dönüştürülerek görüntü elde edilir.
Vidicon tüpler: Işığa duyarlı tabakasındaAntimony Trisulphide kullanılarak üretilmiştir. Photo emissive tüplere nazaran çok küçük boyutlara sahiptir.
Plumbicon( Pickup) tüpler: Yüksek ışıkta hatırlama özelliği vidiconlara nazaran çok azdır, hareketli objelerde daha net görüntü verirler, az ışıkta görüntü alma kabiliyetine sahiptir. Bu tür tüpler yayın kalitesindeki kameralarda tercih edilmektedir.
CCD ELEMANLI KAMERA VE ÇALIŞMA PRENSİBİ
Tüplü kameraların tarama yöntemiyle görüntü üretmesinde her renk için kullanılan tüplerdeki taramaların eşzamanlı olabilmesi için gerekli devreler kameraların boyutlarının çok büyük olmasını zorunlu kılmaktaydı. CCD ile görüntü algılayan kameraların tüplü kameralara göre çok daha az ve karmaşık devrelere sahiptir.
CCD elemanları dört bölümden oluşur. Bunlar:
- CCD gözler: Işığa duyarlı olan bu gözler HADS (Hole accumulated diode sensor) tipinde olabilir. Işık enerjisini elektrik akımına çevirirler. Kameralarda görüntünün çerçevesinin düştüğü kısımdır.
- Dikey kaydırma bölümü (Vertical Transfer Register): CCD gözlerinde ışığa bağlı olarak biriken voltajın çıkışa gönderilmesi için dikey transferin ve kaydırmaların yapıldığı analog kaydırıcı bölümdür.
- Yatay kaydırıcı (Horizontal Shift Register): Dikey kaydırıcıdan satır satır gelen elektrik şarjlarını sıra ile nokta nokta çıkşa gönderen bölümdür.
- Çıkış katı: Yatay kaydırıcıdan gelen elektrik şarjlarının yükseltilerek voltaj kazancına uğratarak video çıkışını sağlayan bölümdür.
Yeni model kameralarda daha geniş izleme alanı yaratılması için çerçeve oranları 4:3 ‘ ten 16:9 ‘ a çıkartılmıştır. Bazı kameralar iki çerçeve oranını da kullanabilmektedirler.
Kameralarda hareketli objelerin çekiminde net görüntü alınması için CCD lerin pozlanma süreleri değiştirilir. Pal sisteminde saniyede 25 tam 50 yarım kare çekilir. Bir karenin pozlanma süresi 1\50 sn dir.
CCDler yarı iletken teknolojiyle üretilmiş olup üç türde CCD vardır.
- Interline transfer (Satır aktarmalı CCD)
- Frame transfer (Kare aktarmalı CCD)
- Frame interline transfer ( Kare ve satır aktarmalı CCD)
BAKAÇ (Vizör ya da viewfinder)
Kameramanın, kamera tarafından nasıl bir görüntü üretildiğini görmesi için kameranın üzerine yerleştirilen küçük bir monitördür. Stüdyo kameraları genellikle yedi inçliktir. Yüksek maliyetleri nedeniyle bakaçlar genellikle siyah – beyaz şeklindedir. Bunun anlamı çekim sırasında siyah ve beyaz olarak görünmektedir. HDTV kameralarda dahi her zaman renkli bakaç kullanılmamaktadır.
EFP ve ENG kameralar stüdyo biçimine dönüştürülmedikçe, üzerlerinde yüksek çözünürlüklü siyah – beyaz bakaç vardır. Dış yansımalar esnek rubber eye piece engellenir. Bunu kameraman kendi gözüne göre ayarlayabilir. ENG ve EFP kameraların bakaçlarının bir özelliği de bakaçlarında “quick start” seçeneğinin olmasıdır. Bunun anlamı kamera açıldıktan bir saniye sonra bakacın da açıldığıdır. Bu, beklenmeyen durumlara şahit olunduğunda çekim fırsatı sağlamaktadır.
Birçok bakaç önemli iletişim sistemlerine de sahiptir. Bakaçlar, kameranın o anki durumu hakkında bize bilgi verir. Bu özellikler kameradan kameraya değişmektedir. ENG ve EFP kameraların bakaçları aşağıdaki göstergeleri sunacaktır.
- Kayıt uyarısı: Kamera kayda girdiğinde yanan kırmızı ışıktır.
- Bant uyarısı: Bant azaldığında tally yanıp sönerek kameramanı uyarır.
- Enerji uyarısı: Akü azaldığında uyarı verir.
- Ses seviyesi göstergesi: Kaydedilen ses seviyesini gösterir.
- Diyafram: Çekim sırasındaki diyafram açıklığını gösterir.
- Lens: Objektif açısını gösterir.
- Center marker: Ekranın tam merkezini gösterir.
- Electronik setup information: Kazanç, yetersiz pozlama veya uygun pozlama durumunu belirtir.
- Ayrıca stüdyo kameralarında bakaç, diğer kameraların ürettiği görüntüleri de kameramanın görmesine imkân vermektedir. Diğer kameranın ürettiği görüntüyü görmek, kameramanların kareyi birlikte kesmelerine imkân verir, ya da anlamsız tekrarlardan kaçınmalarını sağlar.
KAYNAKÇA
Durmaz, Ahmet. Televizyon Tekniği. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi. , 1999.
Profesyonel Televizyon Yapım ve Yayın Teknolojileri. Eskişehir: TC Anadolu Üniversitesi Eğitim Sağlık ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları Vakfı. , 2004.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)